Cahit Sıtkı Tarancı Siirleri

Cahit Sıtkı Tarancı, 4 Ekim 1910 yılında Diyarbakır’da doğmuş ve 12 Ekim 1956 yılında Viyana’da hayatını kaybetmiştir.
Türk edebiyatı için oldukça önemli şairler arasında yer alan Cahit Sıtkı Tarancı Diyarbakır’ın varlıklı ve köklü ailelerin birinin çocuğudur. Babası, Pirinçcizadelerden Bekir Sıtkı Beydir. Annesi ise Arife Hanım’dır.
O dönemlerde çıkmış olan Soyadı Kanunu sayesinde aile ”Tarancı” soyadını almıştır. Şair yaşamı boyunca sanatla geçirdiği 46 senenin sonunda, zatülcenp hastalığını geçirerek, 13 Ekim 1956 ‘da Avusturya’da Viyana şehrinde hayatını kaybetmiş ve Ankara’ya getirilerek defnedilmiştir.

Dinsin artık bu kalp ağrısı

Yaş Otuz Beş

Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayâl meyâl şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar
Nerden çıktı bu cenaze Ölen kim
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.

Ve öylesine kalabalık ki yalnızlığımız. Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz…

Kara Sevda

Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür dönedolana
Ağladığım yer penceresi midir?

Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir

Kuruyan sular gibi zamanı da kaybettik.

Sen Yoksun Ki

Gün çingeneler gibi göçebeydi ufukta,
Çimenler üzerinde yuvarlandığımız gün,
akarsulardı gittikçe kararan boşlukta;
Sularda yüzünden yayılan tatlı bir hüzün.

Göğe sessizce yükselen ay on dördündeydi;
Gece akasya dalında asılı gölgeydi,
Bahtiyar başlarımız aynı penceredeydi!

Hala o penceredeyim, lakin sular ölgün;
Sen yoksun ki, vefasız, sularda ay görünsün.

Senin ağzından çıkan bir cümlenin tadını, Ne bugün içki verdi, ne bu gece dudaklar!

İlk Aşklar

Felek ne kadar kahretse kalbimize,
Zaman zaman hatırladığımız olur,
Hangi dilber ilk aşkı tattırdı bize;
Bir bahtiyarla yaşadığımız olur.
Ah o yaz gecesi, o mehtap, o havuz!
Balkonundan gül atan cömert sevgili!
Aşkınla deli divane olduğumuz,
Sarmaşığa tırmandığımızdan belli.
Belki bugün bu yaşta tekrar olunmaz,
İlk aşk gecesinin masum yeminleri,
Fakat nerde ilk öpüşün verdiği haz?
Saadet bilmiyorum o hazdan gayri.

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Tutsam Ellerinden Ağlarsın

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden ; ağlarsın

Toprak kokar avuçlarım , kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Doğduğum köyü bir bilsen.
Gece gecemden büyük,
Acısı acımdan derin.
Tutsam ellerinden , üşür ellerin!



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir